1929
Buhranına Giden Yolda ekonomi Politikaları
Fizyokratlar
Dönemi
Liberal ekonominin temeli olan “laissez faire – laissez passer” yani “bırakınız yapsınlar¬- bırakınız geçsinler” sloganı ilk kez fizyokratlar tarafından kullanılmıştır. Merkantilist dönemde yangın olarak uygulanan devlet müdahalelerinden yakınan iş dünyası, ekonomik alanda kısıtlamaların kaldırılıp rahat hareket etme özgürlüğünü savunuyordu. İşte bu amaçla ortaya atılan bu slogan, aslında merkantilizmin korumacı ve kısıtlayıcı politikalarına karşı, kapitalist girişimcinin “bırakın da yapalım” arzusunu dile getirmekteydi. Daha sonra bu düşünce, liberal ekonominin en önemli sloganına, hatta temel niteliğine dönüştü. Sonunda klasik ekonomik düşünce doğdu.
Liberal ekonominin temeli olan “laissez faire – laissez passer” yani “bırakınız yapsınlar¬- bırakınız geçsinler” sloganı ilk kez fizyokratlar tarafından kullanılmıştır. Merkantilist dönemde yangın olarak uygulanan devlet müdahalelerinden yakınan iş dünyası, ekonomik alanda kısıtlamaların kaldırılıp rahat hareket etme özgürlüğünü savunuyordu. İşte bu amaçla ortaya atılan bu slogan, aslında merkantilizmin korumacı ve kısıtlayıcı politikalarına karşı, kapitalist girişimcinin “bırakın da yapalım” arzusunu dile getirmekteydi. Daha sonra bu düşünce, liberal ekonominin en önemli sloganına, hatta temel niteliğine dönüştü. Sonunda klasik ekonomik düşünce doğdu.
Klasik ekonomistler
ve Devlet Düzeni
Klasik ekonomistler, merkantilistler para ve serveti birbirine karıştırdıklarını, fizyokratların ise tek üretken güç olarak tarımı gördüklerini ileri sürerek, her iki düşünceye karşı çıktılar. 18. yüzyıl ile 19. yüzyılın ilk yarısında etkin bir görüş olarak ortaya çıkan klasik ekonominin öncüleri Adam Smith, T.R. Malthus, David Ricardo ve J. Baptiste Say’dir. Bu görüşün başyapıtları, ekonomi biliminin de başyapıtları olup, Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” ve David Ricardo’nun “Politik ekonominin ve Vergilemenin Prensipleri” adlı kitaplarıdır. Bu düşünürlere Klasik ekonomistler adını Karl Marx vermiştir. Klasik ekonomistler, en önemli üretim unsuru olarak emek ve sermayeyi görmüşlerdir, üretim artmadan artan parayı değersiz görmüşlerdir. Klasiklere göre, devlet “ekonomiye müdahale etmemeli” ve faaliyetleri sınırlı olmalıdır.Devlet az vergi almalı, böylece sermaye birikimine yardımcı olmalıdır. Bu ekonomik düşünce, “ekonomik bireyciliği” ve burjuvazinin en güçlü kesimi haline gelecek olan sanayi ve ticaret girişimcisinin çıkarlarına en uygun olan ekonomi politikalarını savunmuştur.
Klasik ekonomi teorisinin temel felsefesi “Görünmez El” olgusudur.Buna göre “her şey piyasaya bırakılmalıdır, çünkü piyasanın görünmeyen eli her şeyi düzenler.” Kişi, doğal olarak gelirini ve faydalarını maksimize etmeye yönelmiştir.Kişilerden oluşan toplum da aynı amaçlara yöneliktir.Bu durum, “piyasaların görünmez eli” olgusunu yaratır, bu da piyasanın en iyi düzeye gelmesini sağlar.
Klasik ekonomistlerin görüşleri şöyle özetlenebilir:
Ø ekonomide tam rekabet şartları geçerlidir ve her arz kendi talebini doğurur.
Ø Değerin kaynağı emektir, üretken emek ürettiği mala değer katar.
Ø Kişiler, önce kendi yararlarını düşünürler, bu düşünce ekonominin gelişmesini ve büyümesini sağlar.
Ø Büyümenin motoru tasarruftur, sermaye tutumlulukla artar, kötü yönetimle azalır.
Ø ekonomide ve dış ticaret serbest olmalıdır.
Ø Piyasanın görünmeyen eli piyasayı düzenler ve korur.Bu nedenle devlet piyasaya müdahale etmemelidir.
Klasik ekonomistler, merkantilistler para ve serveti birbirine karıştırdıklarını, fizyokratların ise tek üretken güç olarak tarımı gördüklerini ileri sürerek, her iki düşünceye karşı çıktılar. 18. yüzyıl ile 19. yüzyılın ilk yarısında etkin bir görüş olarak ortaya çıkan klasik ekonominin öncüleri Adam Smith, T.R. Malthus, David Ricardo ve J. Baptiste Say’dir. Bu görüşün başyapıtları, ekonomi biliminin de başyapıtları olup, Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” ve David Ricardo’nun “Politik ekonominin ve Vergilemenin Prensipleri” adlı kitaplarıdır. Bu düşünürlere Klasik ekonomistler adını Karl Marx vermiştir. Klasik ekonomistler, en önemli üretim unsuru olarak emek ve sermayeyi görmüşlerdir, üretim artmadan artan parayı değersiz görmüşlerdir. Klasiklere göre, devlet “ekonomiye müdahale etmemeli” ve faaliyetleri sınırlı olmalıdır.Devlet az vergi almalı, böylece sermaye birikimine yardımcı olmalıdır. Bu ekonomik düşünce, “ekonomik bireyciliği” ve burjuvazinin en güçlü kesimi haline gelecek olan sanayi ve ticaret girişimcisinin çıkarlarına en uygun olan ekonomi politikalarını savunmuştur.
Klasik ekonomi teorisinin temel felsefesi “Görünmez El” olgusudur.Buna göre “her şey piyasaya bırakılmalıdır, çünkü piyasanın görünmeyen eli her şeyi düzenler.” Kişi, doğal olarak gelirini ve faydalarını maksimize etmeye yönelmiştir.Kişilerden oluşan toplum da aynı amaçlara yöneliktir.Bu durum, “piyasaların görünmez eli” olgusunu yaratır, bu da piyasanın en iyi düzeye gelmesini sağlar.
Klasik ekonomistlerin görüşleri şöyle özetlenebilir:
Ø ekonomide tam rekabet şartları geçerlidir ve her arz kendi talebini doğurur.
Ø Değerin kaynağı emektir, üretken emek ürettiği mala değer katar.
Ø Kişiler, önce kendi yararlarını düşünürler, bu düşünce ekonominin gelişmesini ve büyümesini sağlar.
Ø Büyümenin motoru tasarruftur, sermaye tutumlulukla artar, kötü yönetimle azalır.
Ø ekonomide ve dış ticaret serbest olmalıdır.
Ø Piyasanın görünmeyen eli piyasayı düzenler ve korur.Bu nedenle devlet piyasaya müdahale etmemelidir.
Ulusların Zenginliği
Klasik ekonomi düşüncesinin kuramcısı Adam Smith, 1776 yılında Ulusların Zenginliği kitabını yazmış ve Klasik ekonominin temel ilkelerini ortaya koymuştur. Ulusların zenginliği adlı yapıtta üretim, gelir dağılımı ve ekonomik büyüme konuları üzerinde görüşler ileri sürülüyordu.Kapitalist sanayileşmenin altyapısını oluşturan işbölümü ve uzmanlaşma ilk kez bu kitapta ele alınmıştır. Ulusların Zenginliği, ekonomide devlet müdahaleleri ve kısıtlayıcı önlemlerin uygulanmasını savunan merkantilizme yönelik köklü bir eleştiri niteliği taşır ve kapitalizmin temel felsefesini ortaya koyar.
Klasik ekonomi düşüncesinin kuramcısı Adam Smith, 1776 yılında Ulusların Zenginliği kitabını yazmış ve Klasik ekonominin temel ilkelerini ortaya koymuştur. Ulusların zenginliği adlı yapıtta üretim, gelir dağılımı ve ekonomik büyüme konuları üzerinde görüşler ileri sürülüyordu.Kapitalist sanayileşmenin altyapısını oluşturan işbölümü ve uzmanlaşma ilk kez bu kitapta ele alınmıştır. Ulusların Zenginliği, ekonomide devlet müdahaleleri ve kısıtlayıcı önlemlerin uygulanmasını savunan merkantilizme yönelik köklü bir eleştiri niteliği taşır ve kapitalizmin temel felsefesini ortaya koyar.
Keynes'çi ekonomi Modeli
Keynes'yen ya da Keynes'çi ekonomi kuramı İngiliz düşünür, John Maynard Keynes’in yapıtları çerçevesinde oluşan bir ekonomi politikasıdır. Keynes 19. yüzyılın son bölümü ile 20. yüzyılın ilk yarısında yaşadı. En önemli yapıtı “İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi” adını taşır. Keynes, özellikle Adam Smith’in temsil ettiği klasik ve neoklasik ekonomi görüşlerine karşı çıkmıştır. Keynesçi düşünce asıl ününü 1929’da baş gösteren “ Büyük Bunalım” sonrasında geliştirdiği ekonomik kuram ve uygulamalarla sağladı.1929 ekonomik krizi, geniş kapsamlı ve sarsıcı ekonomik sonuçlarıyla, başta ABD olmak üzere Avrupa’daki devlet adamlarını ve ekonomistlerini şaşkına çevirmiş, geleneksel ekonomi politikalarına olan güveni de sarsmıştı. Keynes, klasik ekonomistlerin çok bağlandıkları kapitalizmin kendi kendisini düzenleyen “ piyasanın görünmez eli” kuramının yetersiz olduğunu, ekonomik sorunların üstesinden “piyasanın görünmez eli” söylemiyle gelinemeyeceğini kesin bir dille belirtti. Keynes, “bırakınız yapsınlar” ilkelerine dayalı ekonomi politikalarının, piyasayı düzenlemek yerine, büyük ölçüde sarstığını, krizlerin ve işsizliğin ortaya çıktığını ileri sürdü. Keynes’e göre, işsizlik piyasasının kendisini düzenlemesiyle ortadan kalkmaz, işsizliği azaltmak için hem maliye, hem para politikalarını gereksinim vardır. I. Dünya Savaşı sonrası daha da gelişen ve büyüyen kapitalist sistemin 1929’da büyük krizle karşılaşması, Keynes'çi ekonomi düşüncesinin güçlenmesini sağladı.
Keynes bu büyük krizden çıkış için şu önerilerde bulunmuştur:
Devlet piyasaya müdahale etmeliydi. Ama bu müdahale sosyalist sistemde olduğu gibi üretim araçlarına el konularak değil, maliye ve para politikasıyla olmalıydı. Keynes’e göre Devletin yatırım yapması ve para harcaması gerekliydi. Böylece, para halka ve tabana doğru inecek, işçiler ya da kredi alanlar tarafından yeniden kullanılacak, sonunda piyasaya çıkacak ve tekrar kullanılacaktı. Keynes kitap ve makalelerinde ekonomik sorunları yeniden tanımladı, emek, mal ve para piyasalarına dönük olarak klasik iktisatçıları keskin bir biçimde eleştirdi. 1929 buhranıyla doğan ekonomik sorunlar ve işsizlik klasik ekonomi yaklaşımıyla çözümlenemeyince, Keynes belirttiği gibi “Devletin görünmez eli” yerine “devletin görünen eli” kavramını ön plana çıkarttı. Bu nedenle o zamana kadar ekonomi biliminde yer alan birey, aile, şirket gibi mikro-analizler yerine “Toplam talep”, “toplam yatırım”, “toplam tasarruf”, “kamu gelirleri ve harcamaları” gibi makro analizler önem kazandı.
Keynesçi ekonomi politikaları, devletin harcanmayan gelirleri harcaması, “ekonominin likidite tuzağından” kurtarılması, etkin politikalarla ekonomik büyümenin sağlanması gibi önemli konular üzerinde yoğunlaştı ve 1929 krizinin çözümünde etkili oldu.Bu kavramları ileri ki bölümlerde ayrıntılı bir şekilde anlatacağım.
Keynes'yen ya da Keynes'çi ekonomi kuramı İngiliz düşünür, John Maynard Keynes’in yapıtları çerçevesinde oluşan bir ekonomi politikasıdır. Keynes 19. yüzyılın son bölümü ile 20. yüzyılın ilk yarısında yaşadı. En önemli yapıtı “İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi” adını taşır. Keynes, özellikle Adam Smith’in temsil ettiği klasik ve neoklasik ekonomi görüşlerine karşı çıkmıştır. Keynesçi düşünce asıl ününü 1929’da baş gösteren “ Büyük Bunalım” sonrasında geliştirdiği ekonomik kuram ve uygulamalarla sağladı.1929 ekonomik krizi, geniş kapsamlı ve sarsıcı ekonomik sonuçlarıyla, başta ABD olmak üzere Avrupa’daki devlet adamlarını ve ekonomistlerini şaşkına çevirmiş, geleneksel ekonomi politikalarına olan güveni de sarsmıştı. Keynes, klasik ekonomistlerin çok bağlandıkları kapitalizmin kendi kendisini düzenleyen “ piyasanın görünmez eli” kuramının yetersiz olduğunu, ekonomik sorunların üstesinden “piyasanın görünmez eli” söylemiyle gelinemeyeceğini kesin bir dille belirtti. Keynes, “bırakınız yapsınlar” ilkelerine dayalı ekonomi politikalarının, piyasayı düzenlemek yerine, büyük ölçüde sarstığını, krizlerin ve işsizliğin ortaya çıktığını ileri sürdü. Keynes’e göre, işsizlik piyasasının kendisini düzenlemesiyle ortadan kalkmaz, işsizliği azaltmak için hem maliye, hem para politikalarını gereksinim vardır. I. Dünya Savaşı sonrası daha da gelişen ve büyüyen kapitalist sistemin 1929’da büyük krizle karşılaşması, Keynes'çi ekonomi düşüncesinin güçlenmesini sağladı.
Keynes bu büyük krizden çıkış için şu önerilerde bulunmuştur:
Devlet piyasaya müdahale etmeliydi. Ama bu müdahale sosyalist sistemde olduğu gibi üretim araçlarına el konularak değil, maliye ve para politikasıyla olmalıydı. Keynes’e göre Devletin yatırım yapması ve para harcaması gerekliydi. Böylece, para halka ve tabana doğru inecek, işçiler ya da kredi alanlar tarafından yeniden kullanılacak, sonunda piyasaya çıkacak ve tekrar kullanılacaktı. Keynes kitap ve makalelerinde ekonomik sorunları yeniden tanımladı, emek, mal ve para piyasalarına dönük olarak klasik iktisatçıları keskin bir biçimde eleştirdi. 1929 buhranıyla doğan ekonomik sorunlar ve işsizlik klasik ekonomi yaklaşımıyla çözümlenemeyince, Keynes belirttiği gibi “Devletin görünmez eli” yerine “devletin görünen eli” kavramını ön plana çıkarttı. Bu nedenle o zamana kadar ekonomi biliminde yer alan birey, aile, şirket gibi mikro-analizler yerine “Toplam talep”, “toplam yatırım”, “toplam tasarruf”, “kamu gelirleri ve harcamaları” gibi makro analizler önem kazandı.
Keynesçi ekonomi politikaları, devletin harcanmayan gelirleri harcaması, “ekonominin likidite tuzağından” kurtarılması, etkin politikalarla ekonomik büyümenin sağlanması gibi önemli konular üzerinde yoğunlaştı ve 1929 krizinin çözümünde etkili oldu.Bu kavramları ileri ki bölümlerde ayrıntılı bir şekilde anlatacağım.
1929
EKONOMİK BUHRANI
Prof.
Dr. Kindleberger, Dünya Depresyonda, 1929–1939 adlı kitabında 1929 buhranını
hazırlayan nedenlerin aslında 1920’li yıllarda başladığını şöyle belirtmiştir: 1919–1920
yıllarında dünya ölçeğinde kısa, etkili ve aşırı bir büyüme oldu. Bunun nedeni,
I. Dünya Savaşı döneminde tükenen malları yerine koymak üzere yapılan büyük
alımlardı. Bu alımlar stokları eritti, ABD ve Avrupa’da fiyatların yükselmesine
neden oldu. ekonomideki bu
büyüme tamamen talepten doğuyor, banka kredileri ve spekülasyonlarla da
destekleniyordu. Bu ekonomik büyüme 1928 yılına kadar sürdü. 4 Aralık
1928’de ABD Başkanı Coolidge, Kongre’de yaptığı konuşmada şunları söylemişti. “ABD’de
şimdiye kadar toplanmış hiçbir kongre bugünkü kadar iyi şartları olan bir durum
ile karşılaşmamıştı. Ülke içinde huzur, rahatlık ve yıllarca sürecek bir refah
var...” Gerçekten ABD ekonomik yönden çok güçlü görünüyordu. New York,
dünya finans merkezi unvanını Londra’nın elinden almış ve dünyadaki altın
rezervlerinin %40’ı da ABD’de toplanmıştı. Bu ekonomik gelişmeler büyük
bir ekonomik sıçramaya neden olmuştu. Ancak değerler yavaş yavaş şişmeye,
hisse senetlerinde “balon”lar oluşmaya başlamıştı. 1929 krizini derinlemesine
incelemiş olan Harvard Üniversitesi öğretim üyesi John Kenneth Galbraith, Büyük
Kriz 1929 adını taşıyan kitabında: “Hisse senedi balonunun 1920’lerin tam
olarak hangi tarihinde başladığını söylemenin güç olduğunu, 1924 yılında hisse
senedi fiyatlarının yükselmeye başladığını ve 1929 yılında da hisselerinin
tavan yaptığını” belirtiyor. Herkes varını yoğunu borsada ki hisselere
yatırmaya başlamıştı. Hükümetler altın girişini özendirmek amacı ile altın
standardını sürdürüyor ve deflasyonist politikalar izliyorlardı. Bu politikalar
sonucu, fiyatlar düşmeye ve ekonomik faaliyetler gerilemeye başladı.
Büyük
Bunalım Öncesi Amerikan ekonomisi
Amerika 1924–1929 yılları arasında bir stabilizasyon devresi geçirdi. Edindiği ihracat fazlası ile dünya net kreditörü konumuna geldi. Bu esnada ülkede otomobil, yapı, elektrikle çalışan makinalar gibi yeni sanayiler gelişmeye başladı. Yeni gelişen saniyelerde talebin fazla olması borsanın spekülatif olmasına neden oluyordu. Öyle ki 1928 yılında, Amerika verdiği kredileri New York Borsası için geri çekmek durumunda kaldı. 1920’lerde borsa dışındaki ekonomik göstergeler oldukça iyi durumdaydı. Üretim ve istihdam oranı yüksekti.Ücretler çok fazla yükselmiyordu ve fiyatlar istikrarlıydı. Birçok insan hala aşırı derecede fakirdi ancak halkın büyük çoğunluğu hiç olmadığı kadar rahat ve varlıklıydı. Ancak o yıllarda Amerikalılarda minimum fiziksel eforu sarf ederek zengin olma isteği hakimdi. İnsanların bu ruh hallerinin ve spekülasyonun ne derece hakim olduğunun kanıtı, 1926 yılında Florida’da meydana gelen gayri menkul patlamasıydı. Bu olay klasik bir spekülatif balonun tüm özeliklilerini kendi içinde barındırıyordu.
Amerika 1924–1929 yılları arasında bir stabilizasyon devresi geçirdi. Edindiği ihracat fazlası ile dünya net kreditörü konumuna geldi. Bu esnada ülkede otomobil, yapı, elektrikle çalışan makinalar gibi yeni sanayiler gelişmeye başladı. Yeni gelişen saniyelerde talebin fazla olması borsanın spekülatif olmasına neden oluyordu. Öyle ki 1928 yılında, Amerika verdiği kredileri New York Borsası için geri çekmek durumunda kaldı. 1920’lerde borsa dışındaki ekonomik göstergeler oldukça iyi durumdaydı. Üretim ve istihdam oranı yüksekti.Ücretler çok fazla yükselmiyordu ve fiyatlar istikrarlıydı. Birçok insan hala aşırı derecede fakirdi ancak halkın büyük çoğunluğu hiç olmadığı kadar rahat ve varlıklıydı. Ancak o yıllarda Amerikalılarda minimum fiziksel eforu sarf ederek zengin olma isteği hakimdi. İnsanların bu ruh hallerinin ve spekülasyonun ne derece hakim olduğunun kanıtı, 1926 yılında Florida’da meydana gelen gayri menkul patlamasıydı. Bu olay klasik bir spekülatif balonun tüm özeliklilerini kendi içinde barındırıyordu.
KARA
PERŞEMBE
Florida’da emlak piyasasında başlayan yıkım hızlı bir biçimde büyüdü, 1929 yılının Ekim ayında ABD borsalarında iniş başladı ve 24 Ekim 1929, dünya ekonomi tarihine “ Kara Perşembe” olarak geçti.Çünkü New York borsası çökmüştü. Bir gün içinde borsada 4 milyar doların üzerinde kayıp yaşandı. Çöküş kısa sürede Avrupa’ya sıçradı.Bu arada 4.000 dolayında da banka battı ve bu büyük kriz yaklaşık 10 yıl sürdü. ABD’nin 1929’da GSYİH’sı 315 milyar dolarken, 1933 yılında 216 milyar dolara düşmüştü, işsizlik oranı da 1929’da yüzde 3.2 iken 1933 yılında yüzde 25’e yükselmişti.
Florida’da emlak piyasasında başlayan yıkım hızlı bir biçimde büyüdü, 1929 yılının Ekim ayında ABD borsalarında iniş başladı ve 24 Ekim 1929, dünya ekonomi tarihine “ Kara Perşembe” olarak geçti.Çünkü New York borsası çökmüştü. Bir gün içinde borsada 4 milyar doların üzerinde kayıp yaşandı. Çöküş kısa sürede Avrupa’ya sıçradı.Bu arada 4.000 dolayında da banka battı ve bu büyük kriz yaklaşık 10 yıl sürdü. ABD’nin 1929’da GSYİH’sı 315 milyar dolarken, 1933 yılında 216 milyar dolara düşmüştü, işsizlik oranı da 1929’da yüzde 3.2 iken 1933 yılında yüzde 25’e yükselmişti.
Roosevelt ve "New
Deal"
Amerikan halkı bu büyük çöküşün faturasını Hoover yönetimine çıkardı. Bir sonraki seçimde Hoover’ın başkan seçilmeyeceği aşikardı. Onun yerine adını verdiği programla ekonomik sistemde köklü değişiklikler vadeden Roosevelt seçildi. Roosevelt “ New Deal” ı 1930-37 yılları arasında uygulama fırsatı buldu. New Deal: 1929'da bir perşembe günü New York stock exchange 'de yaşanan çöküşe takiben roosevelt tarafından başlatılan kalkınma planı... 5 senelik evreler halinde uygulanmaya konulmuş, ülkenin dört bir tarafında başlatılan karayolları, havaalanları inşaatları...vb. projelerle binlerce kişi istihdam edilmiş, Tennessee vadisi barajlarla donatılmıştır. batik vaziyetteki ekonomiye bir nevi "taze kan" verilmiştir. Başa geldiği 1933 yılı bunalımın etkilerinin en fazla hissedildiği yıllardan biriydi. Ekonomide karlılık çökmüştü. Büyük bir talep eksikliği yaşanıyordu çünkü insanların satın alma gücü çok düşmüştü. Roosevelt böyle bir dönemde hem sosyal hem ekonomik anlamda bir reform niteliği taşıyan programıyla ve büyük yetkilerle başa geçiyordu. Amerikan ekonomisi tarihinde ilk kez devlet müdahalesine maruz kalıyordu. Roosevelt işe bankacılık sektörüyle başladı. O sıralarda sektörde likidite(Döviz, menkul kıymet, gayrimenkul gibi herhangi bir aktifin kısa sürede ve sorunsuz bir şekilde (değer kaybına uğramadan) nakde çevrilebilmesini ifade eder. )düşük olduğundan altın ve döviz kuru bizzat başkanlık tarafından kontrol ediliyordu. İlk kez Merkez Bankası kuruldu. Mevduatlar devlet güvencesine alındı. Bankacılık sisteminin düzeltilebilmesi için 500 kadar yeni düzenleme yapıldı. Reel sektörde de (ekonomide, paradan faiz geliri ile para kazanmayıp, üretim yaparak para kazanan sektörü tanımlar.) karlılığın arttırılmasına karar verildi. Devlet kendi kontrolü altında olmak kaydıyla sanayicilerin yüksek fiyat uygulamalarına izin verdi ve yine bu amaca uygun olarak üretim sınırlandı. Talep sorunun çözmek için de, devlet yüksek sayılabilecek bir düzeyde minimum reel ücretleri belirledi. Çalışma saatleri azaltılarak işsizlik sorunu çözülmeye çalışıldı. Tarımda da bir takım yeni programlamalar yapıldı. Ancak bu programlar bazı yönlerden birbirleriyle çelişir durumdaydı. Devlet bir taraftan fiyatları yüksek tutmak için üretim kotası koyarken diğer taraftan da ne üretirlerse üretsinler belli yükseklikte bir fiyata bunları almayı vaat ediyordu. Bu da çiftçilerin daha fazla üretim yapmak istemelerine neden oluyordu. Roosevelt’in devlet harcamaları politikası ise bir denge politikasıydı. Devlet müdahalesine karşı olan sanayicileri küstürmemek için özel sektörün ilgilenmediği büyük yatırımlar gerektiren alanlarda harcama yapılıyordu. Bu sektörlerde açılan iş alanlarıyla da işsizliğin azaltılmasına ve talebin arttırılarak düşük talep sorununun çözülmesine çalışılıyordu. Genel anlamda “New Deal” programına bakıldığında çok da başarılı bir program olmadığı görüşü hakimdir.Devlet harcamalarının ekonomiyi canlandırmaya yetmediği, devletin ekonomideki payının da artmadığı ve yeni yatırımların yetersiz kaldığı bilinir.
Amerikan halkı bu büyük çöküşün faturasını Hoover yönetimine çıkardı. Bir sonraki seçimde Hoover’ın başkan seçilmeyeceği aşikardı. Onun yerine adını verdiği programla ekonomik sistemde köklü değişiklikler vadeden Roosevelt seçildi. Roosevelt “ New Deal” ı 1930-37 yılları arasında uygulama fırsatı buldu. New Deal: 1929'da bir perşembe günü New York stock exchange 'de yaşanan çöküşe takiben roosevelt tarafından başlatılan kalkınma planı... 5 senelik evreler halinde uygulanmaya konulmuş, ülkenin dört bir tarafında başlatılan karayolları, havaalanları inşaatları...vb. projelerle binlerce kişi istihdam edilmiş, Tennessee vadisi barajlarla donatılmıştır. batik vaziyetteki ekonomiye bir nevi "taze kan" verilmiştir. Başa geldiği 1933 yılı bunalımın etkilerinin en fazla hissedildiği yıllardan biriydi. Ekonomide karlılık çökmüştü. Büyük bir talep eksikliği yaşanıyordu çünkü insanların satın alma gücü çok düşmüştü. Roosevelt böyle bir dönemde hem sosyal hem ekonomik anlamda bir reform niteliği taşıyan programıyla ve büyük yetkilerle başa geçiyordu. Amerikan ekonomisi tarihinde ilk kez devlet müdahalesine maruz kalıyordu. Roosevelt işe bankacılık sektörüyle başladı. O sıralarda sektörde likidite(Döviz, menkul kıymet, gayrimenkul gibi herhangi bir aktifin kısa sürede ve sorunsuz bir şekilde (değer kaybına uğramadan) nakde çevrilebilmesini ifade eder. )düşük olduğundan altın ve döviz kuru bizzat başkanlık tarafından kontrol ediliyordu. İlk kez Merkez Bankası kuruldu. Mevduatlar devlet güvencesine alındı. Bankacılık sisteminin düzeltilebilmesi için 500 kadar yeni düzenleme yapıldı. Reel sektörde de (ekonomide, paradan faiz geliri ile para kazanmayıp, üretim yaparak para kazanan sektörü tanımlar.) karlılığın arttırılmasına karar verildi. Devlet kendi kontrolü altında olmak kaydıyla sanayicilerin yüksek fiyat uygulamalarına izin verdi ve yine bu amaca uygun olarak üretim sınırlandı. Talep sorunun çözmek için de, devlet yüksek sayılabilecek bir düzeyde minimum reel ücretleri belirledi. Çalışma saatleri azaltılarak işsizlik sorunu çözülmeye çalışıldı. Tarımda da bir takım yeni programlamalar yapıldı. Ancak bu programlar bazı yönlerden birbirleriyle çelişir durumdaydı. Devlet bir taraftan fiyatları yüksek tutmak için üretim kotası koyarken diğer taraftan da ne üretirlerse üretsinler belli yükseklikte bir fiyata bunları almayı vaat ediyordu. Bu da çiftçilerin daha fazla üretim yapmak istemelerine neden oluyordu. Roosevelt’in devlet harcamaları politikası ise bir denge politikasıydı. Devlet müdahalesine karşı olan sanayicileri küstürmemek için özel sektörün ilgilenmediği büyük yatırımlar gerektiren alanlarda harcama yapılıyordu. Bu sektörlerde açılan iş alanlarıyla da işsizliğin azaltılmasına ve talebin arttırılarak düşük talep sorununun çözülmesine çalışılıyordu. Genel anlamda “New Deal” programına bakıldığında çok da başarılı bir program olmadığı görüşü hakimdir.Devlet harcamalarının ekonomiyi canlandırmaya yetmediği, devletin ekonomideki payının da artmadığı ve yeni yatırımların yetersiz kaldığı bilinir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder